Projemiz Tübitak Bölge 2.si oldu

Biyoloji Öğretmenimiz Pınar Karakaş SARI danışmanlığında 11/C sınıfı öğrencilerimizden Ayşenur SERT ve Merve YILMAZ tarafından hazırlanan biyoloji projemiz bu yıl 44.sü düzenlenen Tubitak Ortaöğretim Öğrencileri Arası Proje Yarışmasında Bölge Finallerinde İkinci oldu.

BİYOLOJİ PROJEMİZ TÜBİTAK BÖLGE 2.Sİ OLDU

Öğretmenimiz Pınar Karakaş Sarının yaptığı; 11/C Sınıfından Beyza Alkan ve Merve Akçayın hazırladığı proje Ankarada yapılan bölge finallerinde ikinci oldu. Proje ekibimizi bu başarısından dolayı kutluyoruz

Projemiz Doesefte Türkiye 3.sü oldu

Doğanata Eğitim ve Kültür Vakfının İzmir Üniversitesi sponsorluğunda düzenlediği 1. Doesef Araştırma Projeleri yarışmasında 11/C sınıfından Halil Aktaş ve Müge İşlinin projesi Türkiye 3.sü oldu

18 Ocak 2012 Çarşamba

Çevre Sorunları

Çevre kirliliği veya kirlenmesi; bütün canlıların sağlığını olumsuz yönde etkileyen, cansız çevre öğeleri üzerinde yapısal zararlar meydana getiren ve niteliklerini bozan yabancı maddelerin; hava, su ve toprağa yoğun bir şekilde karışması olayıdır.. Veya Çevre kirliliği, ekosistemlerde doğal dengeyi bozan ve insanlardan kaynaklanan ekolojik zararlardır...


ÇEVRE VE SAĞLIĞIMIZ:

Bütün canlıların uyum içinde yaşadıkları alana doğal çevre denir. Tabiattaki bütün canlılar çevremizdeki diğer varlıklarla uyum içinde hayatlarını devam ettirirler. Canlılar ile canlı varlıklar arasında canlılar ile cansız varlıklar arasında bir madde alış-verişi ilişkisi ve uyumu mevcuttur.

Örneğin,ormanlarda tüm bitki,hayvan ve mikroskobik canlılar uyum içinde yaşar.Çevreyi oluşturan canlı halkalardan birinin yok olması,diğer canlıların olumsuz etkilenmesine neden olur. (Besin zinciri)

Örneğin,ormanların yok olmasının çevreye çeşitli etkileri vardır;

* Ormanda yaşayan canlı türleri yok olur.
* Hava kirliliği artar.
* Yağışlar azalır.
* Erezyon artar.
İNSANLARIN ÇEVREYE ETKİLERİ

Kullandığımız yakıtlardan kül ve zehirli gaz gibi atıklar açığa çıkar. Baca ve egzozlardan çıkan zehirli gazların birleşmesi sonucu asit yağmurları oluşur.

Asit yağmurları temas ettiği bitki örtüsünün yok olmasına,insanlarda deri ve akciğer hastalıklarına neden olur. Çevre kirliliğini azaltmak için yüksek kalorili,kül ve zehirli gaz çıkışı az olan yakıtlar kullanılmalıdır. (doğal gaz,taş kömürü...) Deniz kazaları ile denize dökülen petrol,su üzerine yayılır. Su üzerine yayılan petrol kısa sürede temizlenmediğinde suyun güneş ışığı ve hava ile temasının kesilmesine neden olur. Bu olay suda yaşayan canlıları olumsuz etkiler.

ATIK ÇEŞİTLERİ

Çevreye atılan ve doğal dengeyi bozan zararlı maddelere atık denir. Kağıt,bitki kalıntıları,sofra artığı,hayvan leşleri ve doğal gübre gibi organik (canlı kökenli) atıklar mikroorganizmalar tarafından parçalanarak yeniden tabiata kazandırılır. Fakat bu atıklar, çevreye atıldığında mikropların üremesine de uygun ortam oluşur.

Cam şişe,teneke kutu,petrol,plastik,pet şişe,deterjan,tarım ilacı ve pil gibi maddeler tabiatta kalıcı kirliliğe neden olur.

Kalıcı kirliliğe neden olan atık maddelerin rasgele çevreye atılmaması ve sanayide yeniden kullanımı sağlanmalıdır. Cam,kağıt,teneke,pil ve plastik sanayide yeniden kullanılır.

KİRLİLİKTEN ETKİLENENLER

1-)SU
2-)HAVA
3-)TOPRAK

Su Kaynaklarının Kirlenme Nedenleri

Yaşamımızda çok önemli bir yeri olan ve yeryüzünün büyük bir bölümünü oluşturan "su"yun çeşitli nedenlerle kirlendiği bilinmektedir.

Yeryüzündeki su kaynaklarının zamanla azalması, dünya nüfusunun giderek artmasına bağlı olarak su tüketiminin artması ve daha da önemlisi suların ve su kaynaklarının çeşitli nedenlerle kirlenmesi yaşamımızı giderek zorlaştırmaktadır.Yeryüzündeki sular, güneşin sağladığı enerji ile birlikte sürekli bir döngü içinde bulunurlar. İnsanoğlu, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, suyu bu doğal döngüden alır ve kullandıktan sonra tekrar aynı döngüye geri verir. Bu doğal süreç sırasında suya karışan her türlü zararlı madde suyun fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerini değiştirerek "su kirliliği"ne sebep olur. Su kirliliğine neden olan unsurları genel olarak dört ana başlık altında toplamak mümkündür: Bunlar sırasıyla,

Nüfus artışı

Kentleşme

Sanayileşme

Tarımsal mücadele ilaçları ve kimyasal gübreler.

Yukarıda belirtilen dört ana başlık içerisinde yer alan endüstriyel ve kentleşmenin önemi tartışılmazdır. Endüstri kuruluş atıklarının arıtılmadan akarsulara verilmesi veya bu atıkların toprağa gömülmesi sonucu bu atıklar yağmur sularına karışarak yeraltı sularının kirlenmesine sebep olabilmektedir.

Enerji santralleri, çelik, kağıt ve araba fabrikaları gibi büyük endüstriyel kuruluşlar, çevreye zararlı maddeler açığa çıkaran önemli kuruluşların başında gelmektedirler. Özellikle büyük şehirlerde kurulan sanayi fabrikalarının sıvı ve katı atıklarının da su kirliliğine neden oldukları bilinmektedir. Ayrıca, sanayileşmenin gelişmesi ile şehirlere göç olayı daha da hızlanmış, bunun sonucunda da hızlı ve düzensiz şehirleşme ortaya çıkmıştır. Şehirlerdeki nüfus artışı ve buna bağlı olarak kentleşmenin yarattığı atıkların artış göstermesi, tarımsal mücadele ilaçlarının ve kimyasal gübrelerin bilinçsizce ve kontrolsüz kullanımı da göz önüne alındığında "su kirliliğine" etki eden unsurların önemi ortaya çıkmaktadır.

Su kirliliğinin önemli bir başka nedeni olan evsel atıklarda bulunan "sert (biyolojik parçalanmaya dayanıklı) deterjan" kalıntılarının doğal su kaynaklarının kirletilmesinde önemli payı olduğu bilinmektedir. Deniz ve göl kenarı gibi ortamlara yakın kurulan büyük şehirlerde evsel atıkların fazlalığı göz önüne alınırsa, kirlenmenin buralarda önemli boyutlarda yaşandığı açıkça görülebilir.

Su kirliliğini oluşturan diğer etmenlerin başında lağım suları, petrol atıkları ve nükleer atıklar, kimyasal kirleticiler ve tarımda verimi artırma amacıyla kullanılan doğal ve yapay maddeler, tarım ilaçları ve radyoaktif atıklar yer almaktadır. Bu atıklar arıtılmadan su ortamlarına boşaltıldıklarında ya da bu atıklarla kirlenen topraklardan sulara taşındıkları zaman su kirliliğine neden olurlar.

Özellikle tarımsal alanlarda üretimi artırmak amacıyla kullanılan kimyasal gübreler, böceklerle savaşmakta kullanılan bir takım kimyasal zehirler yağmur suları ile toprak altına geçerek yeraltı sularının kirlenmesine sebep olabilmektedirler.

Çarpık Şehirleşme

Sanayileşme ve şehirleşme, çevre sorunlarının ortaya çıkışında iki temel etken olarak ortaya çıkmaktadır. Zira, “endüstri kenti, barındırdığı nüfus açısından tarihin en kalabalık kenti olmuş, aşırı nüfus yığılmaları çevreyi bozucu etkiler doğurmuştur.”

Bugün dünya nüfusunun %50’den fazlası şehirlerde yaşamaktadır. Bu nüfusun büyük bir kısmı genel olarak alt yapı hizmetlerinin olmadığı kalabalık ve sağlıksız kenar gecekondu semtlerinde yaşamaktadır. Tabiî çevrenin ortadan kalktığı; aşırı kalabalık ve gürültülü şehir hayatı beden ve ruh sağlığını büyük ölçüde etkilemektedir. Kompleks ve sağlıksız hayat şartlarına bağlı olarak alkolizm, ilâç tutsaklığı, uyuşturucu alışkanlığı, psikolojik bozukluklar, intiharlar, cinâyetler, kazalar, enfeksiyon hastalıkları artmaktadır. Yoğun araç trafiği; gürültü, hava kirliliği, stres, yorgunluk... gibi etkileriyle başlı başına şehirleşmenin önde gelen bir sorununu oluşturmaktadır. Prof. Dr. Rasim Adasal modern hayat durumlarına ve koşullarına bağlı bu bozuklukları toplum hastalıkları ve çağdaş medenîyet hastalıkları olarak isimlendirmektedir. Dahası trafik kazalarıyla her yıl milyonlarca kişi yaralanıp, sakatlanmakta ve, 300 bin kadar kişi de bu kazalarda ölmektedir.

Çevre sorunları ve kirliliğinin bu sayılanlardan ibaret olmadığı açıktır. Bu nedenle her gün yeni kirlilik kavramları literatüre girmektedir: Siyasî kirlenme, dilin kirlenmesi, Ahlâkî kirlenme vs. İnsanlar sadece temiz bir çevreyi özlemiyorlar. Temiz bir çevreyle beraber, temiz bir ahlâk, temiz bir dil ve temiz bir siyaseti de özlüyorlar. Başka bir ifadeyle hem insanlarla ve hem de doğayla olan ilişkilerimizde temizin ve temizliğin nitelendirdiği yeni bir ilişkiler ağını talep ediyorlar.

Tüm bunlardan ötürü yeni bir çevre ahlâkının geliştirilmesi ve sorumluluk şuurunun yerleştirilmesi bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yeni anlayışa göre, insanın yalnız kendine karşı değil; aynı zamanda diğer canlılara, cansız varlıklara ve hatta gelecek nesillere karşı da sorumlulukları ve görevleri yeniden belirlenmeli ve vurgulanmalıdır. İnsan kendini tabiatın yağmacısı değil onu muhafaza ve geliştirmekle görevli bir emanetçi kabul etmelidir. Ünlü Rus yazar ve düşünürü A. Soljenistin’in dediği gibi:

İhtiyaçlarımızı sınırlandırmanın zamanı geldi. Fedakârlık ve feragat göstermekte güçlük çekiyoruz; çünkü siyasal, kamusal ve özel hayatlarımızda kendimizi tutma, gemleme denilen altın anahtarı çoktan okyanusun dibine düşürdük. Ne var ki, özgürlüğüne kavuşan kişinin atacağı en birinci ve en akıllı adım budur. Özgürlüğü kazanmanın en emin yolu da budur. Dış olayların bizi buna mecbur etmesini, hatta bizi alt etmesini bekleyemeyiz.

Bununla beraber unutulmaması gereken önemli bir nokta ise, toplumun ve çevrenin sağlıklı olması için insanların gıda, su, mesken, ulaşım ve iş gibi temel ihtiyaçlarının ekonomik şekilde halledilmesi gerekir. Ne yazık ki günümüz dünyası çok zengin küçük bir grupla (Kuzey), fakir olan büyük bir kitleye (Güney) ayrılmış haldedir. Yaşama ve ayakta kalma mücadelesi veren insanlardan çevre bilinci beklemek aşırı bir iyimserlik olur.

Kimyasal Atıklar

Günlük hayatımızda çokça karşılaştığımız çevre sorunlarının birçoğu kullandığımız bazı kimyasal ürünlerden kaynaklanmaktadır. Zira bilim ve teknolojinin sadece faydacılık anlayışı ile gelişmesi ekolojik sistemi tahrib etmekte, çevreye de sürekli şekilde yeni kimyasal maddeler sağlamaktadır. Kimyasal maddelerin aşırı üretimi ve tüketimi sonucu bugün artık kimyasal bir kaos yaşanmaktadır. Üretimi yapılan kimyasal bileşik sayısının 65 milyonu bulduğunu biliyoruz. Pek çok kimyasal madde, tehlikesinden habersiz olarak evlerimize; iş yerimize, gıdalarımıza ve vücudumuza girmekte; çevreye ve canlılara etkileri araştırılmaksızın kötü etkilerini sürdürmektedir.

Endüstri ve kozmetik sanayiinde geniş çapta kullanılan florokarbon gazı, atmosferin koruyucu ozon tabakasını zayıflatmaktadır. Asbest liflerin uzun süre kullanımı çalışanlarda kanser oluşumuna neden olmuştur. Zararsız zannedilmiş olan analjezik ilaçların fazla kullanımı sonucu bu ilaçların böbrek yetmezliğine yol açtıkları görülmüştür. Geçmişte thalidomide adlı ilacın kullanılması kolsuz, bacaksız bebeklerin doğmasına neden olmuştur. Tarımda çok fazla tabiî ve sun’î gübre kullanımı zemin sularının kimyasal kirlenmesine neden olmaktadır.

Kısacası, çevremizde ne kadar çok kimyasal madde varsa sağlığımız o ölçüde tehlikeye girmektedir. Özellikle atık suların nehirlere, göllere ve denizlere boşaltılması çok dramatik çevre sorunlarına neden olmaktadır. İzmit ve İzmir Körfezleri ile, yakın zamanlarda Sakarya nehrinde yaşanan kirlenmeler bunun en canlı örnekleri olarak zikredilebilir. Endüstriyel atık suların içerisinde bulundurdukları toksit maddeler, sudaki canlı yaşamının kısa sürede tükenmesine yol açmakta ve ekosistemi felç etmektedir. Ayrıca içme sularına karışmalarıyla önemli sağlık sorunlarına yol açtığını yukarıda belirtmiştik.
Sanayileşmiş ülkelerde yeryüzü kaynaklarının kontrolsüz harcanması sonucu ozon tabakasının tahribi, asit yağmurları, sera tesiri, hava, kara ve denizlerin kirlenmesine, ormanların ve tarım alanlarının azalması hayat alanını giderek daraltmaktadır.

Ozon tabakasının incelmesinin başlıca tehlikesi cilt kanserlerinin artmasıdır. Sera etkisinin temel nedeni ise petrol ve kömür gibi fosil yakıtların kullanımıdır. Bu durumunun zamanla oluşturabileceği muhtemel neticeler arasında atmosfer ısısının artması, buzulların erimesiyle deniz seviyelerinin yükselmesi, karaların azalması, kuraklık ve dolayısıyla gıda kıtlığı tehlikesi sayılabilir.

Ayrıca, inşaat materyali, sentetik malzemeler içeren mefruşat ve çeşitli tüketim ürünlerinin (boya kâlemleri, inceltiler, cila, vernik...) içerdikleri bileşikler ev içi havasını kirleterek sağlık açısından zararlar oluşturabilmektedir. Asbest ve kurşun içeren boyalar bilhassa sağlık açısından tehlikeli olmaktadır.

Toprak Kirlenmesi ve Erozyon

Gezegenimizdeki hayatın bir diğer kaynağı ise topraktır. Toprak kirliliğiyle, “çevrenin bir bileşeni olan toprağın, insanlar tarafından özümleme kapasitesinin üzerindeki miktarlarda, çeşitli bileşikler ve toksik maddeler ile yüklenmesi sonucunda anormal fonksiyonlar göstermesini” anlıyoruz.

Toprak bitki örtüsünün beslendiği kaynakların ana deposudur. Toprağın üst tabakası insanlarla birlikte diğer canlıların da beslenmesinde temel kaynaktır. “Dünyanın üst derisi” olarak da anılan, “toprağın üst tabakası”nın önemi sanıldığından büyüktür. Toprak kayması ve erozyonla yok olan üç santim toprağın yeniden oluşması yüzyıllar sürebilir. Özellikle erozyon sonucu ülkemizin çok verimli toprakları yok olmaktadır. Ülkemizin topraklarını tehdit eden erozyon felâketi, içinde bulunduğumuz son yüzyılda artarak devam ediyor.

Erozyon sonucu her yıl yaklaşık 500 milyon ton verimli toprağımız akarsularla ve rüzgârlarla denizlere veya başka ülke sınırlarına taşınıyor. Bu rakamın büyüklüğünü kamuoyuna daha çarpıcı bir şekilde ifade edebilmek için bilim adamları, her yıl erozyonla yitirilen toprağın, Kıbrıs adası büyüklüğünde ve 20 cm. kalınlığında bir kitle oluşturduğunu vurguluyorlar.

Üstelik erozyonun, toprağın verimliliğini sağlayan, mikroorganizmalarını barındıran, besin maddesi sağlayan çok değerli hayatî kısmını taşıdığını düşünürsek, önümüzdeki yıllarda ülkemizi ne kadar ciddî bir beslenme sorununun beklediğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Yok olan toprağın geri kazanımı ise -şimdilik- mümkün görülmemektedir.

Özellikle erozyonun neden olduğu toprak kaybını vurgulamak gerekmektedir. Erozyon, toprağın suyu tutabilme yeteneğini azaltır, besleyiciliğini tüketir, köklerin tutunabileceği derinliği de kısaltır. Toprak verimi düşer. Erozyona uğramış üst toprak nehirlere, göllere, rezervuarlara taşınır; limanlara su yollarına çamur yığar, su depolama kapasitesini azaltır, sel olaylarını sıklaştırır.

Bitkiler ve hayvanlar birbirini toprağın üst tabakasına dayanarak besler. Bitkiler hayvanların yaşaması için gerekli oksijen ve su buharını sağlar. Ayrıca bitkiler, insanlarla birlikte tüm canlıların ihtiyacı olan güneş enerjisini toplar.

Dahası toprağa aşırı miktarda verilen kimyasal gübreler ve diğer endüstriyel atıklar, toprak ile birlikte suların doğal yapısını bozmaktadır. Diğer yandan ise, sanayi kuruluşlarının çok geniş alanlara yayılması yüzünden tarıma elverişli toprakların hızla azaldığı görülmektedir.

Yeryüzündeki her canlı hayatını sürdürebilmek için, başka canlılara dayanır. İnsanlar da varlıklarını sürdürebilmek için diğer canlılara muhtaçtır. Bu yüzden, insanlığın varlığının devam edebilmesi için, önce havaya ve suya, sonrada toprağa ihtiyaç vardır.

Suların Kirlenmesi

Hava gibi su da hayat için vazgeçilmez bir yer ve öneme sahiptir. Dünyanın yaklaşık olarak, dörtte üçü sularla kaplıdır. Dünyadaki suların yalnızca %3’ü tatlı su, geri kalanı ise tuzludur. Tatlı suların büyük bir kısmı da dağ doruklarında kar ya da kutuplarda buz halindedir. Suların kullanılmaz hale gelmesi, hayatın kaynağının kuruması, canlı hayatın yok olmasıdır.

Su kaynaklarının kullanılmasını bozacak veya zarar verecek derecede niteliğini düşürecek biçimde suyun içerisinde organik, inorganik, radyoaktif ve biyolojik herhangi bir maddenin bulunmasına su kaynaklarının kirlenmesi denilmektedir.

Başka bir ifade ile, sanayi artıklarının ve kanalizasyon sularının deniz, göl ve nehirlere karışması suların özelliklerini, kalitesini büyük ölçüde yok etmektedir. Suyun kalitesi, rengi ve kokusunun değişiminin ise sulardaki canlı hayatı etkilediği görülmektedir. Bunun sonucu olarak da sularda yaşayan canlıların türü ve sayısı her gün giderek azalmaktadır.

Eskiden kaynak veya nehir suları her birkaç kilometrede kendi kendini temizleyerek kirlilik sorununu tabiî bir şekilde çözüyordu. Bugün ise nehirler kaynağından denize döküldüğü koylara gidinceye kadar sürekli kirlenmekte ve kendi kendine doğal olarak temizlenmesi mümkün olamamaktadır.

Su kirlenmesinde sanayi kuruluşlarının etkisi büyüktür. Sanayi işletmeleri üretim teknolojisinin bir gereği olduğu kadar, üretimdeki maliyetleri de minimuma indirebilmek için, su kaynaklarına ve kentlere yakın yerlerde kuruluyor. Fabrikaların kuruluş yeri seçimine etki eden çok sayıda unsur varsa da en önemli olanlar hammadde kaynakları ile pazara olan yakınlıktır. Öte yandan, kağıt ve kimyasal madde üretimi de petrol gibi sanayilerin göl ya da deniz kenarlarında kurulması, üretim maliyetlerini büyük ölçüde düşürmektedir. Ancak sanayi işletmelerinin denizlerin ve göllerin yakınında kurulmasının bir sonucu olarak denizler ve göller hızla kirlenmekte, ayrıca bu sularda yaşayan canlı sayısı da hızla azalmaktadır.

İzmir, İzmit ve Gemlik körfezleri artık canlıların yaşaması için elverişli değil. Bursa, İstanbul ve İzmit çevresinde ise tarımsal üretimin durma noktasına geldiği görülmektedir. Bunlar ülkemizdeki çevre kirlenmesinin boyutlarını gösterme açısından önemli örneklerdir.

Dünyadaki mevcut su miktarı yaklaşık 1400 km3’tür. Bu ne azalır, ne de çoğalır. Ayrıca teorik olarak, dünya tatlı su kaynakları bugünkü nüfusunun çok daha fazlasının ihtiyaçlarını karşılayacak güçtedir. Ancak birbirinden farklı olarak suların dağılımı, yağışlar, nüfus yoğunluğu, arazi seviyesi ve son olarak su kirlenmeleri sonucu birçok ülkede su kıtlığına neden olmaktadır. 

Ökaryot Canlılar


  1. Ökaryot hücre

    Ökaryotik hücrede bulunup prokaryotlarda bulunmayan özellikler:
    * Hücrede, çekirdek adı verilen ve bir zarla sitoplazmadan ayrılan bir bölümün bulunması. Çekirdek zarında bulunan karmaşık yapılı porlar (delikler).
    * DNA ile birlikte mitoz bölünme sırasında sıklaşabilme özelliğine sahip proteinlerin bulunması.
    * Karmaşık yapılı zarsı sitoplazmik organellerin bulunması.
    * Oksijenli solunum için özelleşmiş sitoplazmik organeller: mitokondri.
    * Fotosenaaa için özelleşmiş sitoplazmik organeller: kloroplast.
    * Karmaşık yapılı hücre iskeletinin (sitoskeleton) bulunması. (Mikrofilamentler, ara filamentler ve mikrotübüller.)
    * Daha karmaşık kamçı (flagella) yapısı.
    * Hücre zarıyla kesecikler oluşturarak sıvı ve katı maddeleri hücre içine alabilme yeteneği. (Endositoz ve fagositoz.)
    * Bitkilerde selüloz içeren hücre duvarı.
    * Hücre bölünmesi sırasında kromozomların ayrılmasını sağlayan ve mikrotübül yapıda olan iğ iplikleri.
    * Diploidlik: her hücrede bir genin iki kopya halinde bulunması.
    * Mayoz bölünme ve döllenme gerektiren eşeyli üreme.


Ökaryotik hücreler, Prokaryotlara göre çok gelişmişlerdir, hayvanlar, bitkiler, mantarlar ve protistler âlemlerini kapsar.

Bilinçli Birey

Dünya da hızlı nüfus artışı, plansız kentleşme, yeşil alanların azalması,yapay gübre ve ilaçların yaygın kullanımı, nükleer denemeler, doğal kaynaklarımızı tehdit ederek çevre kirliliğini ortaya çıkarır.Sonuçta hava, su, toprak ve diğer ortamlardaki kirlilik, canlılar için zararlı olabilecek boyutlara ulaşır.


Nüfusun sürekli arttığı ülkemizde tarım toprakları giderek azalmaktadır.Topraklarımız başta sanayi kuruluşlarının atıkları olmak üzere çeşitli kimyasallarla kirletilmektedir.

Çevrenin dengesini bozan bir diğer sebepde yerli tohumların üretilmemesi, dışarıdan genetiği değiştirilmiş tohum getirilerek tarım yapılmasıdır.

Çevrenin korunması, kamu kuruluşlarının, uluslar arası kuruluşların ve gönüllü kuruluşların görev alanları arasında yer alır.

Güncel çevre sorunlarından bazıları;
. Hava kirliliği
. Asit yağmurları
. Su kirliliği
. Toprak kirliliği
. Ses kirliliği
. Işık kirliliği
. Besin kirliliği
. Radyasyon kirliliği
. Erozyon
. Küresel ısınma
. Yaban hayatının tahribi ve doğal yaşam alanları üzerindeki tehditler
. Orman yangınları



Prokaryot Canlılar


Elektron mikroskobunun geliştirilmesiyle birlikte, biyologlar hücre içi yapıları inceleme fırsatı buldular. Bu araştırmalar sonunda canlılar aleminde iki temel hücre tipi olduğu ortaya çıktı: prokaryotik ve ökaryotik hücre. Yapısal
olarak daha basit olan prokaryotik hücre yapısı sadece bakterilerde bulunur. Diğer bütün organizmalar yani protista, fungi (mantarlar), bitkiler ve hayvanlar, daha karmaşık olan ökaryotik hücre yapısına sahiptir.



Prokaryot hücre

Canlıların Sınıflandırılması

Doğadaki canlıların özelliklerine,yaşayışlarına ve akrabalık derecelerine ğöre gruplandırılmasına sınıflandırma denir.Sınıflandırmanın amacı;canlıları belirli bir sisteme oturtmak ve doğayı daha kolay öğrenilebilir hale getirmektir.
Bu şekilde canlıların dış ğörünüşlerine ve yaşadığı yere bakılarak yapılan sınıflandırmaya yapay(ampirik) sınıflandırma denir.Bilimsel değildir.
Tabi sınıflandırma(filogenetik) canlıların yapısal benzerliğine,akrabalık derecesine ve evrim basamaklarına ğöre yapılır.
Homolog organlar:Kökenleri aynı görevleri farklı olan organlardır.İnsanın kolu ,balinanın yüzgeci vb.Eğer iki canlı arasında homolog yapılar çok ise bu iki canlı yakın akraba olabilir.Analog yapılar çok ise bu iki canlı birbirine uzak akrabalardır.
Analog organlar:Kökenleri farklı,görevleri aynı olan organlardır.Sinegin kanadı ile yarasanın kanadı gibi.
Sınıflandırmada temel birim türdür.

TÜR: Ortak bir atadan gelen,yapı ve görev bakımından benzer özelliklere sahip,doğada yalnız kendi aralarında serbestçe üreyebilen ve verimli(kısır olmayan) yavrular oluşturan bireyler topluluğudur.

A.İkili adlandırma:Birinci kelime türün bağlı olduğu cins adıdır ve büyük harfle başlar,ikinci kelime ise tanımlayıcı ad olarak kullanılır ve küçük harfle başlar.Her ikisi birden tür adı olarak gecer.
B.Sınıflandırmanın birimleri:
Alemden türe inildikçe canlılarda ortak özellik artar,birey sayısı ve farklı özellikler azalır.Türden aleme doğru gidildikçe ise ortak özelliği azalır,birey sayısı ve farklı özellikler artar.

Sınıflandırmada dikkat edilen hususlar= Hücre tipi sayısı ve  organeller, morfolojik yapılar,üreme ve beslenme şekli,simetri şekilleri,embriyo tabakalarının sayıları,vüçüt boşlugu tipleri,vücut bölmelerinin segmentli oluşu,bulundukları ortam ve organizasyon düzeyindeki farklılıklardır.

                       
               CANLILAR  ALEMİ
Canlılar hücre yapılarına göre ikiye ayrılır.
1-)Prokaryotikler :Çekirdek zarı ve zarlı organelleri olmayan hücresel yapıya sahiptirler.Bu canlılar Monera alemi olarak adlandırılır.
2-)Ökaryotikler  :  Zarlı organel ve çekirdeğe sahip olan canlılardır.
  
PROKARYOTLAR

A-)Mavi-yeşil algler: Çekirdek ve kloroplast gibi organelleri yoktur. Klorofil pigmenti stoplazmaya dağılmıştır.Bu yüzden yeşildirler. Sitoplazmaların da fikosiyanin renk maddesi olduğundan dolayı bazıları mavi renktedir.Hücre duvarları(çeperleri) selüloz içeriklidir.Mantarlar ile birlikte likenleri oluştururlar.
B-)Bakteriler

ÖKARYOTİKLER

A-)Protista Alemi: Tek hücrelidirler,çekirdek yapıları ökaryotdur.Zarla çevrili organelleri vardır.Bitki ve hayvan özelliği gösterirler.Ör:Öglena kloroplast taşır bitki özelliği gösterir,hareket ederekde hayvan özelliği gösterir.
a-)Kamçılılar    b-)Amipler  c-)Silliler  d-)Sporlular 
e-)Cıvık mantarlar            Stoplazmaları çok çekirdege sahiptir.
                                          Koloni meydana getirirler.Glikojen depo ederler.
                                          Hücreleri amipsi şekilde ve çepersizdirler.
B-)Fungi Alemi(Gerçek mantarlar):Tamamı hetetrofdur.Çogunlukla çok hücrelidirler.Ökaryotik canlılardır.Hücre duvarı vardır.Bu duvar selolüz ve kitinden oluşturulur.Nişasta depo etmezler.Bunun yerine yağ ve glikojen depo ederler.Saprofit ve prazit olarak beslenenleri vardır.iletim demetleri yoktur.Ör:ağaç mantarı,maya mantarı,Şapkalı mantar.
C-)Bitkiler Alemi:
Kapalı Tohumlu
a-)Tek çenekli (monokotiledon) bitkiler:
-Tohum içerisinde embriyoda bir çenek (kotiledon)bulunan bitkilerdir.
-Çoğu tek yıllık otsu bitkilerdir.Yaprak parelel damarlıdır.
-Gövdede kambiyum yoktur.Kapalı iletim demetine sahiptir.
-Ksilem ve floem gövdede dagınık dizilmiştir.Ör:Mısır,buğday,palmiye
(Çenek;tohumda yer alan bitki embriyosundaki yaprak taslaklarıdır.)

b-)Çift çenekli bitkiler(Dikotiledon )
-Tohum içerisinde iki çenek vardır.
-Çogu çok yıllık(odunsu)bitkilerdir.Yaprakları ağsı damarlıdır.
-Gövdede kambiyum vardır.Açık iletim demetine sahiptir.Demetler düzenli                               dizilmiştir.Ör:fasulye,elma ayçiçeği,kiraz,nohut,domates

       Tohumsuz (Çiçeksiz) Bitkiler:
Tohumsuzlarda kök,yaprak,ğövde tam olarak gelişmemiştir.Çicek ve tohum oluşturamazlar.Üremeleri sporla veya metagenez(döl almaşı) ile olur.
Damarsız Bitkiler:İletim demeti olmayan bitkilerdir.Kökleri yoktur.Ör:Su yosunu , kara yosunu ,likenlerdir.
Damarlı bitkiler: İletim demetleri vardır.Ör:Eğrelti otları,At kuyrukları,Kibrit otları.
Açıklama:Kısa gün bitkisi ; Kısa ışık periyotların da çiçeklenen bitkilerdir. (Tütün,pıtrak,soya fasulyesi).Uzun gün bitkisi; Uzun ışık periyotlarında çiçeklenen bitkilerdir.(Bamya , ıspanak)Nötr bitki; Bu tip bitkilerin çiçeklenmeleri fotoperiyot uzunluklarına duyarlı bir bağlılık göstermezler.(Mısır domates,kırmızı biber)



D-)Hayvanlar Alemi:
Omurgasızların özellikleri
Omurgalıların özellikleri
1-Sinir şeridi karındadır
1-Sinir şeridi sırtdadır.
2-Açık kan dolaşımı var(Halkalı Solucanlar hariç)
2-Kapalı kan dolaşımı var.
3-Embriyoda Notokord yok
3-Embriyoda Notokord var.(Notokord daha sonra omurgayı oluşturur)
4-Genellikle dış iskelet var.
4-İç iskelet var.
5-Bilateral ve radyal simetri var
5-Bilateral simetri var.
6-Embriyoda solungaç yarığı yok
6-Embriyoda solungaç yarığı var.   

Radyal simetri:Merkezden gecen düzlemler vücudu iki eşit parçaya böler.Örnek:Sölenterlerde ve derisidikenlilerde görülür.
Bilateral simetri : Ortadan ve boydan boya gecen düzlem vücudu iki eşit parçaya böler.Örnek.İnsanda görülür.
Not:Vücut sıçaklıgı çevre sıçaklıgına göre değişen canlılara Soguk kanlı canlılar denir.(Degişken ısılı).Omurgasızlar,balıklar,kurbagalar ve sürüngenler soğuk kanlıdır.
Vücud sıcaklıgı çevre sıcaklıgına göre değişmeyen canlılara Sıçak kanlı canlılar denir.Kuşlar ve memeliler sıcak kanlıdır(Sabit ısılı).

OMURGASIZ HAYVANLAR

1.Sürüngenler:
Hayvanların en basit yapılı olanlarıdır.Gercek olarak doku,organ ve sistemleri yoktur.Fakat hücreleri arasında iş bölümü vardır.Eşeysiz ve eşeyli üreme görülür.
2.Sölenterler:
Vücutlarında tek açıklık bulunur.Bu açıklık hem ağız hemde anüs görevi yapar.İlk defa sinir ağı şeklinde sinir sistemi gelişmiştir.Eşeysiz veya eşeyli olarak ürerler.Ör:Deniz anası ,mercan,hidra.
3.Yassı solucanlar:
Vücutlarında tek acıklık bulunur.Sindirim sistemleri tam olarak gelişmemiştir.Çoğu parazit olarak yaşar.Bu canlılarda ilk kez baş gangliyonu gelişmiştir.Ör:Planarya,tenya,karaçiger kelebeği.
4.Yuvarlak solucanlar:
Sindirim sistemlerinde  ağız ve anüs olmak üzere iki ayrı açıklıkları vardır.Bir kısmı sularda ve topraklarda serbest olarak yaşarlar.Bir kısmı ise hayvanlarda ve bitkilerde parazit olarak yaşarlar.Ör:Bağırsak solucanı,kanlı kurt,ascaris.
5.Halkalı solucanlar:
Kapalı dolaşım sistemine sahiptirler.Sindirim kanalı özel bölmelere ayrılmıştır.Deri solunumu yaparlar(Alınan O2 deriden kılcallara geçer).Rejenarasyon yetenekleri fazladır.Bölünerek çoğalabilirler.Ör:Toprak solucanı,sülük.
6.Yumuşakçalar:Bir kısmında açık,bir kısmında ise kapalı kan dolaşımı görülür.Vücut yüzeyi,solungaç veya akciğer solunumu yaparlar.Karın bölgesinde kaslı ayakları bulunur,ayaklar hareketi sağlar.Bazılarında kabuk bulunur(Ör:Midye ,istiridye.). Ör:Ahtapot, salyangoz, midye ,istiridye, mürekkep balığı,sümüklü böcek.
7.Eklembacaklılar:
Protein,yağ ve CACO3’ten oluşan dış iskeletleri vardır.Zaman zaman iskeletlerini değiştirirler.Açık kan dolaşımına sahiptirler. Mlpighi tüpleri ile boşaltım yaparlar.Eşeyli olarak ürerler.canlılar içerisinde en fazla türe sahip gruptur.Dört grupta incelenirler:
          a)Kabuklular:Tatlı sularda ve denizlerde yaşarlar.Solungaç solunumu yaparlar.ör: Yengeç, karides, istakoz,dafnia(su piresi).
          b)Aracnidler:   Ör:Örümcek,akrep,kene
          c)Çok ayaklılar:  Ör:  Çıyan ve kırk ayak.
          d)Böçekler:     Ör:Üç çift bacağa,iki çift kanada sahiptirler.Açık dolaşım       sistemine sahiptirler.Trake solunumu yaparlar.Malpighi tüpleri ile boşaltım yaparlar.Boşaltım ürünü olarak ürik asit ataralar.Eşeyli olarak ürerler.Başkalaşım (metamorfoz) görülür.Ör:Karınca,arı,çekirge,bit,pire,kelebek,sinek.


       8.Derisi dikenliler:
Tamamı denizlerde yaşar.Deri veya solungaç solunumu yaparlar.Bu canlılarda,su-damar(kanal) sistemi bulunur.Bu kanallar tüp ayaklara kadar uzanır.Tüp ayaklar hareket ve besin alınmasında etkilidir.Ör:Deniz kestanesi.deniz yıldızı,deniz hıyarı,deniz lalesi.

                             OMURGALI HAYVANLAR
Balıklar:                                                     Kurbağalar:
-Kalpleri iki gözlüdür.                                    –Başkalaşım gacirirler
-Soguk kanlı hayvanlardır.                             –Kalpleri üç odacıklıdır.
-Boşaltım artıkları Amonyaktır.                      (Larvada 2 odacık var)
-Dış döllenme ile çoğalırlar.                           –Soğuk kanlı canlılardır.
-Alyuvarları oval ve çekirdeklidir.                 –Dış döllenme ile çoğalma olur
-Derileri pulla kaplı.                                      –Alyuvarları oval ve çekirdeklidir
-Kıkırdaklı balıklarda iç döllenme ğörülür.   –Derilerinde mukus salgılayan
-Amnion örtüleri myoktur.                              bezler bulunur.
-Vücutlarında karışık kan dolaşır.                  –Pul(deride) bulunur.

Sürüngenler:                                              Kuşlar:       
-Kalpleri üç gözlüdür.                                    – Kalpleri dört gözlüdür.
(Timsahlarda 4 gözlüdür)                                -Alyuvarları oval ve
-Alyuvarları oval ve çekirdeklidir.                   Çekirdeklidir.
-Vüçüt Sıçaklığı değişkendir.                          –Vücut ısıları sabitdir.
-Soğuk kanlı canlılardır                                   -Derileri tüylerle kaplı
-Akçiğer ile solunumu yaparlar.                        Ve yağ bezleri bulunur
-Deride salgı bezi bulunmaz.                          –Artık maddeleri ürikasitdir
-Deri pullarla kaplıdır.
-Timsah,kertenkele,kablunbağa

Memelileri diğer canlılardan ayıran özl:
-Kalpleri 4 gözlüdür.
-Bütün memelilerde doğan yavrular süt ile beslenir.
-Ter ve yağ bezleri vardır.
-Vücutda kılların bulunması.
-Kulak kepçesi.
-Alyuvarın çekirdeksiz olması.
-Yavrularını dogurması.
-Yavrularını sütle beslemesi.
-Diafram kası bulundurma.
-Akçiğerlerin alveollü olması.



Memeliler   3‘e  ayrılır:
A-)Gagalı memeliler:Gagalı kirpi(Platipus) ,yumurtlarlar.Yumurtadan çıkanlar sütle beslenir.
B-)Keseli memeli:Kanguru ,kesei ayı,kesede sütle beslenir.
C-)Plasentali(Göbek bağı) memeli:Yavrularını ana karnındaki plasenta ile beslerler.


Gagalı memelilerde bol vitellüslu yumurta ile vücut dışına atılan embriyo gelişimini vücut dışında tamamlayıp anneden süt emerek bir süre beslenir.Keselilerde ise yavrular keseye tırmanarak süt ile beslenir.Gagalı ve keseli memelilerde plasenta yoktur.
Vücut büyüklüğü azaldıkça metabolizma hızlanır.
                                 
                                     

Hücre Organelleri ve Çeşitleri

 Dünyadaki canlıların;insanlar,hayvanlar ve bitkiler hücre adını verdiğimiz küçük şekillerden oluşur. Hücreler çeşitli boy ve şekillerden oluşur. Büyüklüğü ve şekli ne olursa olsun 3 esas kısımdan yapılmıştır.

ü      Hücre zarı:Hücrenin dış iskeletidir. Eriyikleri kolayca geçirir. Bitki hücresinde ayrıca selüloz  zar vardır.
ü      Stoplazma :Bileşimi yumurta akı gibidir. Hücre zarının içini doldurur. Hücre yaşlandıkça koful denilen su odacıkları meydana gelir. Stoplazma  hücrenin canlı kısmıdır. Beslenme, büyüme, solu- num, boşaltım gibi canlılık olayları stoplazma içinde olur.
v     Beslenme: Madensel tuzlar,su,protein,yağ,karbonhidrat gibi gıda maddeleri stoplazma vücuda yararlı hale gelirler. Proteinler hücrelerin yapı taşlarıdır. Stoplazmanın çoğalmasını yenilenmesini sağlar.
v     Karbonhidratlar ve yağlar:Enerjiyi sağlar. Fazlası yağ olarak depolanır.
v     Solunum:Hücre solunumu; hücrenin oksijen alıp karbondioksit vermesine denir. Hücre içindeki besin maddeleri birleşerek onları yakar ve hücre için gerekli enerjiyi sağlar.
v     Boşaltım:Ana besin maddelerinin hücre içinde vücuda yararlı hale dönüşmesinden hasıl olan üre, su ve karbondioksit gibi maddeleri hücrenin dışarıya atmasıdır.
ü       Çekirdek:Yuvarlak veya oval şeklindedir. Etrafında bir çekirdek zarı vardır. İçindeki sıvıda stoplazma yapısında fosforca zengin kromotik iplikçikler bulunur. Çoğalma çekirdekte olur.
Hücrenin Çoğalması          
 Canlı, hücrelerinin çoğalmasından meydana gelir. Hücrelerin ömürleri ortalama 22 gündür. Bu eksilmeleri tamamlamak için saniyede milyonlarca çoğalma olur.
        2 türlü çoğalma vardır.
1)Amitoz çoğalma
2)Mitoz çoğalma
q      Amitoz Çoğalma:Amip gibi ilkel canlılarda görülen bu çoğalmada hücre ve çekirdek ortalarından boğularak 2’ye ayrılır.
q      Mitoz çoğalma:Yüksek yapılı canlılarda görülen çoğalma şeklidir.4 ana safhası vardır.
1)Profaz       2)Metofaz
3)Anafaz      3)Telefaz
I.                 Profaz: Kromozomlar burkularak kısalır ve kalınlaşır. Birer eş kromozom hasıl ederler. stoplazma içindeki sentrozom 2’ye ayrılarak etrafında stoplazma iplikleri teşekkül ederler. Her biri hücrenin kutbuna doğru kayarken aralarında iplikçiklerini meydana getirir. Çekirdek zarı erir.
II.               Metofaz: Kromozomlar ekvatorda düzlem üzerine dizilirler ve her biri iğ ipliklerine takılır.
III.             Anafaz: İğ ipliklerine takılan kromozomların ½ ‘si diğer kutba ½ si diğer kutba çekilerek toplanır.
IV.            Telefaz: İplikçikler kaybolur. Kromozomların bükülmesi çözülür. Boyları uzar etrafında bir çekirdek zarı hasıl olur. Ekvator bölgesinde stoplazma 2’ye ayrılarak iki hücre meydana gelir.
    



Hücre çeperi cansızdır. Stoplazma hücre zarının içini dolduran sıvıdır. İçinde su, organik besinler, enzimler, RNA vitamin, salgı, ANP(enerji) ve organeller bulunur.

v     Ribozom: Bütün hücrelerde vardır.

Enzimler

Enzimler

Enzimler, Proteinlerden yapılmışlardır ve doğal olarak yalnız canlılar tarafından sentezlenirler. Hücre içerisinde meydana gelen binlerce tepkimenin hızını ve özgüllüğünü düzenlerler. Çok defa hücre dışında da etkinliklerini korurlar. Solunumun, büyümenin, kas kasılmasının, sinirdeki iletimin, fotosentezin, azot bağlanmasının, deaminasiyonun, sindirim vs.'nin temelini oluştururlar.
Canlı hücrelerde tepkimeler kural olarak 0-50°C; çoğunlukla da 20-42°C arasında meydana gelir. Bu sıcaklıkta tepkimelerin oluşması biyokatalizör denen enzim ya da fermentlerle olur. Bu, aktivasyon enerjisinin düşürülmesi ile olur.
Başlangıçta "E n z i m" terimi, sindirim kanalında olduğu gibi bir çözelti ya da sıvı içerisinde etki ettiği durumlarda (Kühn 1878); buna karşın "Ferment = Maya" terimi çoğunluk hamur mayasında olduğu gibi, hücreye bağlı olduğu durumlarda kullanılmıştır. Buchner (1897), fermentlerin de hücre dışında etki ettiğini bulunca iki terim arasındaki farklılık ortadan kalkmış oldu. Her iki terim arasında bugün herhangi bir fark olmamakla beraber, bakteri, mantar ve diğer hücreli enzima tik işlevler, mayalanma ve etki maddeleri de ferment olarak kullanılacaktır.

 Enzimlerin özellikleri

Yalıtılan enzimlerin tümü protein yapısındadır ya da protein kısmı bulundururlar. Etki ettiği maddenin sonuna "Ase = Az" eki getirilerek ya da katalizlediği tepkimenin çeşidine göre adlandırılırlar. Örneğin, kitine etki eden kitinaz enzimi vs. Çok defa renksizdirler, bazen sarı, yeşil, mavi, kahverengi ya da kırmızı olabilirler. Suda ya da sulandırılmış tuz çözeltisinde çözülebilirler. Fakat mitokondrilerde bulunan enzimler lipoproteinler ile bağlandığından (bir fosfolipit-protein kompleksi) suda çözünmez. Enzimlerin etkinlikleri akıllara durgunluk verecek derecededir; örneğin, sığır karaciğerinden elde edilen ve bir molekül demir içeren katalaz enzimi, bir dakikada, O C°'de 5.000.000 hidrojen peroksit (H2Cy molekülünü H2O ve 1 /2 O2'ye parçalayabilir. Enzimin etki ettiği bileşiğe "Substrat" denir; bu durumda hidrojen peroksit katalazın substratıdır. Enzimin saniyede etki ettiği substrat molekül sayışma Enzimin Etkinlik Değeri = Turnover Sayışı denir. Bu O C°'de katalaz enzimi için 5.000.000 dür. Bazı enzimler tepkimelerde yan ürün olarak vücutta H2O2 meydana getirdiğinden ve bu da vücut için zehirli olduğundan, katalaz enzimi onları sürekli parçalayarak hücreleri korur. Bir molekül katalaz enziminin parçaladığı H2O2'i demir atomu yalnız başına ancak 300 senede parçalayabilir. Ya da mol başına aktivasyon enerjisi için 18.000 kalori vermek gerekir. Kolloyidal platin bu aktivasyon enerjisini 11.700 Kal./Mol.'a, katalaz enzimi de 5500 Kal./Mol.'a düşürür. Bazı enzimler çok özgüldür; yalnız bir substrata etki eder. örneğin, üreaz yalnız üreye etki ederek onu amonyak ve CO2'de parçalar. Halbuki bazıları çeşitli substratlara etki eder; dolayısıyla daha az özgüldürler, örneğin peroksidaz başta hidrojen peroksit olmak üzere birçok bileşiğe etki eder. Bazı enzimler yalnız bazı bağlar için özgüldür, örneğin pankreastan salgılanan lipaz, yağlardaki ester bağlarına etki eder.
Kuramsal olarak enzimli tepkimeler dönüşlüdür; enzim, tepkimenin yönünü değil dengenin oranım saptar. Tipik örnek, lipazın yağı parçalaması; fakat aynı zamanda gliserin ile yağ asitlerini birleştirmesidir. Ortamda sadece yağ asidi ya da sadece gliserin ile yağ asitlerinin birleşimi varsa denge ona göre,
Yağ -------> gliserin + 3 yağ asidi şeklinde olur. Denge noktası, yani tepkimenin hangi yöne gideceği termodinamik yasalanna göre belirlenir. Çünkü denge bir tarata doğru giderken enerji verir, tersine enerji alır.
Enerjiye gereksinim gösteren tepkimelerin, enerji meydana getiren tepkimelerle aynı zamanda meydana gelmesi gerekir ya da enerji herhangi bir şekilde önceden depo edilmelidir. Canlı bünyesinde enerji depo etme, fosfor esterleri şeklinde olur. Yaşamsal işlevlerin yürütülmesinde ATP (adenozin trifosfat) en önemlilerindendir; bu bileşik batarya gibi görev yapar.
Enzimler hücrede bir takım 'team' halinde çalışır; birinin son ürünü kendisinden sonraki enzimin substratını yapar, örneğin, amilaz enzimi nişastayı iki zincirli maltoza, maltaz enzimi ise maltozu tek zincirli glikoza çevirir. Bir seri enzim aracılığıyla (11 kadar), daha sonra göreceğimiz gibi, glikoz da laktik aside çevrilir vs.

Enzimlerin Yapısı

Tüm enzim proteinleri genler tarafından şifrelenir. Dolayısıyla amino asit dizilimi kendine özgüdür (bir gen-bir enzim kuralını hatırlayınız). Bazı enzimler (pepsin ve üreaz gibi) yalnız proteinden oluşmuştur. Fakat diğer çoğunluğu iki farklı kısımdan meydana gelmiştir. Bunlar:
a) Protein Kısmı (enzimin Apoenzim kısmı): Bu kısım enzimin hangi maddeye etki edeceğini saptar.
b) Koenzîm Kısmı: Organik ya da inorganik, çok defa fosfattan meydana gelmiş, protein kısmına göre çok daha küçük moleküllü bir kısmıdır. Enzimde işlev gören ve esas iş yapan kısım bu kısımdır. Koenzim kısmı genellikle protein kısmından ayrılabilir ve analizlerinde birçok vitamini bünyesinde bulundurduğu (thiamin, niacin, riboflavin vs.) görülmüştür. Buradan şu genelleştirmeyi yapabiliriz: Bütün vitaminler hücrede enzimlerin koenzim kısmı olarak ödev görürler. Ne koenzim ne de apoenzim kısmı yalnız başına etkindir. Bazı enzimler ortama yalnız belirli iyonlar eklendiğinde etkindirler, örneğin bazı enzim zincirine ancak Mg++ iyonu eklenince glikozu laktik aside çevirebilir. Tükrükteki amilaz nişastayı yalnız Cl iyonlarının bulunduğu ortamda parçalayabilir. Canlı bünyesinde bulunan eser elementler, Mn, Cu, Zn, Fe ve diğer elementler bu enzimatik işlevlerde aktivatör olarak kullanılır. Bazen enzimin iş görebilmesi için bir metal iyonuna gereksinim vardır. Yani koenzim kısmı metal iyonu ise (Ca++, K++ Mg+, Zn++) buna "Kofaktör" denir. Enzimin etkinlik göstermesi için gereksinme duyduğu organik moleküllere "K o e n z i m" denir. Bazı durumlarda koenzim kısmı apoenzim kısmına kuvvetlice (kovalent) bağlanmıştır; bu sıkı bağlanan kısma "Prostetik Grup"; prostetik grupla apoenzim kısmının her ikisine birden de "Holoenzim" denir. Koenzimlerden önemli olanların bazılarını hücre metabolizmasında göreceğiz.
Enzimlerin bir kısmı sitoplazmaya serbestçe dağılmış olarak, diğer bir kısmı da hücredeki bazı yapılara sıkıca bağlanmış olarak bulunur. Laktik asit, amino asit ve yağ asitlerinden türeyen maddeleri karbondioksit ve suya kadar parçalayan solunum enzimleri, mitokondri zarlarının yapışma katılır. Keza ribozomların işlevsel bütünlüğüne katılan enzimler de bu tiptir. Dokulardaki enzimler değişik yöntemlerle saptanabilir.

Enzimlerin Sınıflandırılması

Her enzimin 4 rakamlı bir numarası vardır, örneğin, 3.6.1.3. "ATP fosfohidrolaz" da birinci numara sınıfını, ikinci numara alt sınıfını, üçüncü numara grubunu, dördüncü numara da kendine özgü sıra numarasını) verir. Buna göre enzim sınıfları şunlardır:
1. Oksidoredüktazlar: Redoks tepkimelerini katalizler.
a) Dehidrogenazlar: Elektron kazandırıcı tepkimeleri etkilerler.
b) Oksidazlar: Elektron kaybeden tepkimeleri etkilerler.
c) Redüktazlar: Substratı bir redüktör aracılığıyla indirgeyen enzimlere denir. örneğin asetaldehit redüktaz, asetaldehiti alkole redükler.
d) Transhidrogenazlar: Bir molekülden diğerine hidrojen taşıyarak onu redüklerler.
e)Hidroksilazlar: Substratlarına bir hidroksil ya da su molekülü katan enzimlere denir, örneğin, fenilalanin hidroksilaz bir hidroksil grubunu fenilalanine ekleyerek onu tirozine dönüştürür.
Transferaz Enzimler: Hidrojenin dışında bir atomun veya atom grubunun  (metil, karboksil, glikozil, amino, fosfat grupları) bir molekülden diğerine aktarılmasını sağlarlar.
Dekarboksilazlar: Karboksilik asitlerden CO2 çıkmasını sağlarlar.
3. Hidrolaz Enzimler: Bir molekül su sokmak suretiyle ya da su molekülü aracılığıyla moleküllerin yıkılmasını sağlayan enzimlerdir. Ester, peptit, asitanhidrit ve glikozidik bağlarına etki ederler.
a) Esterazlar: Ester bağım yıkan enzimlerdir (lipaz, ribonükleaz, fosfataz, pirofosfataz, glikozidaz).
b) Proteazlar: Peptit bağım yıkan ezimlerdir (proteinaz).
4. Liazlar: Su molekülü çıkarmadan molekülleri yıkan enzimlerdir, örneğin C-C bağı, aldolaz ve dekarboksilazla yıkılır. Keza C-0 ve C-N bağım yıkanlar da vardır.
5. izomerazlar: Molekül içinde değişiklik yaparak onun uzayda dizilişin! değiştiren enzimlerdir. Örneğin razemaz, epimeraz.
6. Ligazlar (= Sentetazlar): Enerji kullanarak substrat moleküllerinin birbirine bağlanmasını; örneğin amino asitlerin ve yağ asitlerinin aktifleşmesini sağlarlar.

Enzimlerin Çalışma Mekanizması

Daha önce de değindiğimiz gibi enzimin hangi substratla çalışılacağını saptayan kısmı apoenzim kısmıdır. Demek ki apoenzim kısmıyla substrat arasında bir ilişki vardır. Alman kimyacısı EMIL FISCHER tarafından bunun kilit anahtar uyumu gibi olacağı savunulmuştur. Koenzim kısmı daha çok kimyasal bağa yakın olarak işlev gösterir, örneğin ester bağlarını parçalar vs. öyle anlaşılıyor ki enzimin apoenzim kısmı bir ya da birkaç yerinden (aktif bölgelerden) substrat molekülüne yapışıyor ya da bağlanıyor (yani bir enzim-substrat kompleksi oluşturuyor) ve bu arada koenzim kısmı substrat üzerindeki bağlarla gerçek anlamda birleşmeye veya bağlanmaya giderek onu parçalıyor. Elinde kazması olan bir yol işçisi, kazacağı yeri kendisi saptamasına karşın (apoenzim kısmı), kazma işlemini yapan kazmanın kendisidir (koenzim kısmı). Enzimlerde kural aynıdır. Enzimlerin kimyasal yapıları, özellikle üçüncül yapıları tam olarak bilinmediğinden (ilk yapışı açıklanan enzim ribonukleaz, 124 amino asitten meydana gelmiştir) çalışma mekanizmaları da hala tam anlamıyla açıklığa kavuşturulamamıştır.

Enzimlerin Çalışmasına Etki Eden Faktörler : Sıcaklık

Sıcaklık 10 °C yükseldiğinde tepkime hızı iki misli artar; yani tepkime hızının yükselmesi, sıcaklıkla doğru orantılıdır. Fakat belirli bir noktadan itibaren düşmeye başlar ve tamamen durur. En iyi çalışabileceği sıcaklığa Optimum Sıcaklık denir. Yüksek sıcaklıklarda enzimler etkisizdirler (genellikle 55-60 °C'de). Bazı ılıcalarda yosunlar 80 °C'de yaşabilirler; fakat bunun üzerindeki sıcaklıklarda enzimleri tamamen koagüle olur ve bir daha etkili hale geçemez. Optimum noktanın biraz üzerinde enzimler etkisiz olmasına karşın, sıcaklık düşünce tekrar etkili hale geçebilirler. Fakat bu sıcaklığın devamı ya da sıcaklığın biraz daha yükselmesi enzimlerin etkinliğini sonsuz olarak ortadan kaldırır. Enzimlerin etkisiz hale geçmeleri ile proteinlerin koagüle olması arasında büyük bir ilişkinin olması, onların, büyük bir kısminin proteinlerden yapıldığım kanıtlar. Doğal olarak enzimler, proteinlerin bir kısmı gibi üçüncül yapıya sahiptir veya en azından moleküllerinin bir kısmı bu yapıdadır. Fakat yüksek sıcaklıklarda bu helozonik ya da üçüncül yapı parçalandığından ya da birbiri üzerine yığıldığından, protein koagüle olur ve enzim etkisiz hale geçer (sütün kaynatılmasında, bakteri enzimlerinin etkisiz hale geçmesi ile ekşime önlenir; bu yoldan teknikte büyük ölçüde yararlanılır; konserve vs. yapımında). Düşük sıcaklıklar enzimin etkinliğini azaltır. 0°C'de enzim ya hiç ya da pek az işlev gösterir; fakat soğuğun enzimin yapışım bozduğu görülmemiştir. Sıcaklık eski hale döndüğünde etkinlik yine başlar (dondurmak suretiyle besin maddelerinin saklanması, yine enzimlerin etkisiz hale geçirilmesiyle sağlanır), insan vücudunda, daha doğrusu sabit sıcaklıklı hayvanlardaki enzimler  çoğunluk 37°C'de optimum etkindirler. Daha yüksek sıcaklıklarda (çocuklarda 42, yetişkinlerde 41 °C) enzimler etkisizleşirler; çok defa da koagüle olurlar.

pH

Enzimler pH değişimine karşı çok duyarlıdırlar. Genellikle çok fazla asidik ve alkalik ortamda etkisizdirler. Bazı hallerde enzimler en yüksek etkinliği belirli bir pH derecesinde gösterirler. Bu pH derecesine "Optimum pH" denir. Örneğin, proteini parçalayan pepsin, midenin 2 pH'lık asidik ortamında maksimum çalışır; buna zıt olarak pankreastan salgılanan ve yine protein sindiriminde rol alan tripsin, ancak 8,5 pH'de optimum olarak çalışabilir. pH'la ilgili olmasının nedeni, yapılarında proteinleri taşımalarındandır. Ola ki, pH'a bağlı olarak protein molekülü üzerinde çeşitli elektrik yüklenmeleri ve buna bağlı olarak dış yüz şekli (üçüncül yapı) meydana gelmekte ve substratla-enzim uyuşmasını sağlamaktadır. Belki de bu elektrik yüklenmesi enzim-substrat arasındaki çekiciliği artırmaktadır. Kuvvetli asitler ve bazlar enzimleri koagüle ederler.

Enzim /Substrat Derişimi

Eğer pH ve sıcaklık sabit tutulursa, enzim/substrat derişimi arasındaki orana bağlı olarak bir tepkime hızı görülür. Substratın ya da enzimin fazla olması bu hızı değişik şekillerde etkileyebilir. Bol substrat bulunan bir ortama eklenecek enzim, son ürünün miktarım artıracaktır.
Diğer Kimyasal Maddeler ve Suyun Etkisi
Birçok kimyasal madde enzimleri etkisiz hale getirir; örneğin, siyanit, solunumda önemli rol oynayan sitokrom oksidaz enzimin! etkileyerek inhibe eder (Şekil 2.15/c). Ölüm meydana gelebilir. Florit, glikozu laktik aside çeviren enzim kademele-rine etki eder. Hatta enzimin bizzat kendisi zehir etkisi yapabilir; örneğin, 1 mg. kristal tripsin, farenin damarına enjekte edilirse ölüm meydana gelir. Bazı yılan, arı ve akrep zehirleri de enzimatik etki göstererek kan hücrelerin! ya da diğer dokuları tahrip ederler.
Enzimlerin büyük bir kısmı işlevlerini su içerisinde gösterdiklerinden, suyun miktarı da enzim işlevinde etken bir koşuldur. Genellikle % 15'in altında su içeren ortamlarda, enzimler işlev göstermezler. Reçel ve pekmez yapımında bu faktör önemlidir. Sulandırılan reçelin, balın ya da pekmezin vs.'nin mayalanması ve ekşi-mesi bu yüzdendir. Hatta tahıl alımlarında su oranının % 15'in altında istenmesi de bu nedene dayanır.


Enerji Veren Besinler

Organik Besinler Karbonhidratlar Sindirilirler
Yağlar Sindirilirler
Proteinler Sindirilirler
Vitaminler Sindirilmezler
İnorganik Besinler Mineraller Sindirilmezler
Su Sindirilmezler

• Enerji vericiler : Karbonhidrat, yağ, protein
Enerji verimi : Yağ, protein, karbonhidrat
Yapıcı-onarıcı : Protein, yağ, karbonhidrat
Düzenleyiciler : Protein, vitamin, mineraller, su
Açlık anında kullanım sırası : Karbonhidrat, yağ, protein
Sindirim kolaylığı : Karbonhidrat, protein, yağ


KARBONHİDRATLAR
• C,H ve O 'den meydana gelmiştir.3 çeşittir.
• İki önemli görevi vardır.1)Enerji kaynağı 2)Yapısal madde(Bitkilerde çeperin yapısına,bütün
canlı hücrelerde de zarın yapısına katılarak görev yapar.ATP,DNA,RNA,NAD,NADP,FAD’ da bulunur.

1) MONOSAKKARİTLER
• Sindirime uğramazlar.
• Yalnızca ototroflar tarafından sentezlenir.
• İçerdikleri C sayısına göre 2'ye ayrılırlar.
a) 5C'lu şekerler : Riboz, Deoksiriboz (Pentozlar)
b) 6C'lu şekerler : Glikoz, Galaktoz, Fruktoz (Hegsozlar)
• Monosakkaritlerin difüzyon hızları şöyledir. Galaktoz > Glikoz > Fruktoz
• Riboz  ATP ve RNA'da bulunur. Deoksiriboz  DNA'da bulunur.
• Glikoz  Bal,üzüm ve incirde bol bulunur.Açlık ve koma anında kullanılır.
• Fruktoz  Bal ve olgun meyvelerde bol bulunur.(=meyve şekeri)
• Galaktoz  Süt ve süt ürünlerinde bol bulunur.(=süt şekeri).Tabiatta az bulunur. Hayvansal
bir besin kaynağıdır.

2) DİSAKKARİTLER
• İki monosakkaritin birleşmesinden meydana gelir.
• Glikoz + Glikoz = Maltoz (meyve şekeri)
Glikoz + Fruktoz = Sakkaroz = Sükroz (Çay = Pancar şekeri)
Glikoz + Galaktoz = Laktoz (süt şekeri)
• Maltoz ve sükroz bitkilerden, laktoz da hayvanlardan ve insanlardan sağlanır.
• Disakkaritler arasında glikozit bağı vardır.

3) POLİSAKKARİTLER
• Çok sayıda monosakkaritin birleşmesinden meydana gelir.
• Glikoz + Glikoz + Glikoz +................................+ Glikoz = Nişasta
Glikoz + Glikoz + Glikoz +................................+ Glikoz = Selüloz + (n-1) H2O
Glikoz + Glikoz + Glikoz +................................+ Glikoz = Glikojen
-----------------------------------------------------------------
n tane
• Son ürünlerin farklı olmasının sebebi glikozların bağlanma biçimleridir.

A) Nişasta
• Bitkilerde glikozun depo şeklidir.
• Düz zincirlidir ve alfa glikozit bağı ile bağlanmışlardır.
• Suda az çözünür.İyot ile maviye boyanır.
• Nişasta,lökoplastta depolanır.Yumru ve tohumlarda daha çok depolanır.

B) Glikojen
• Hayvanlarda glikozun depo şeklidir.
• Dallıdır ve alfa glikozit bağı ile bağlanmıştır.
• Suda çözünür.İyot ile kahverengiye boyanır.
• En fazla karaciğer ve kaslarda bulunur,depo edilir.

C) Selüloz
• Bitkilerde yapı maddesidir.Çeperin yapısına katılır.
• Düzdür ve beta glikozit bağı ile bağlanmıştır.
• Suda çözünmez
• Geviş getirenlerde ve termitlerde sindirilir.

YAĞLAR
• C,H ve O'den meydana gelmiştir.Yapısındaki oksijen miktarı şekerlerdekinden azdır.
• 3 Yağ asidi + Gliserol = Yağ + 3 H2O
• Ester bağı ile bağlanırlar.
• Yağlarda çeşitliliği yağ asitleri sağlar.
• Suda çözünmezler.Organik çözücüde çözünürler.(Alkol,eter gibi)
• Isı ve darbeye karşı koruyucudur.
• Yağların enerji verimlerinin çok olmasının sebebi karbon sayılarının çok olmasındandır.
• Yağların 2. dereceden enerji verici olarak kullanılmasının sebebi sindiriminin çok zor
olmasındandır.
• Karbonhidrat ve proteinlerin fazlası yağa dönüştürülür.Bunun sebebi ise yağların enerji
verimlerinin yüksek olması ve uzun süreli kullanılabilmesidir.
• Solunumla yıkılmaları sonucunda fazla su açığa çıkarırlar.Onun için özellikle kış uykusuna
yatan,uzun süreli göç eden ve suyun az olduğu ortamlarda yaşayan hayvanlarda iyi bir depo ve enerji maddesidir. Aynı zamanda hafif olduğu için uçmada hayvana avantaj sağlar.
• Yağ asitleri en basit lipitler olup,uzun karbon zincirlerinden oluşurlar.Karbonlar arasındaki
bağlar tek ise doymuş,çift ise doymamış yağ asitleridir.Doymamış yağlar bitkiseldir ve sıvıdır. Doymuş yağlar ise hayvansaldır ve katıdır.Doymamış yağların yüksek sıcaklık ve basınçta hidrojenle doyurulmasıyla margarin yapılır.
• Oleik asit  zeytinyağında; Linoleik asit  tohumlarda; Butirik asit  tereyağında
Steroid  zarların yapısına katılır.Aynı zamanda vitamin ve hormon olarak iş görür.
Fosfolipid  hücre zarı yapısına katılır.

PROTEİNLER
• C,H,O,N ve bazılarında S,P bulunur.
• Yapı taşları 20 çeşit aminoasittir.
• a.a+a.a+a.a+..............................+a.a = Protein + (n-1)H2O
--------------------------------------------
n tane
• Peptit bağı ile bağlanırlar.
• DNA şifresi ile sentezlenen tek moleküldür.
• Enzim,hormon ve hücre zarı yapısına katılır.
• Solunumla ancak zor durumlarda yakılırlar.Solunum ürünleri H2O , CO2 , H2S , NH3 , üre
ve ürik asittir.
• Aminoasitler anfoter özellik gösterirler.
• Proteinler virüslerden insanlara kadar bütün canlılarda yaşamsal rolleri olduğundan
hücrelerde en çok bulunan organik moleküllerdir.
• Proteinler enerjiyi hemen kaybettiklerinden dolayı 3. dereceden enerji kaynağıdır.
• Proteinler vücutta enerji kaynağı olarak kullanılırsa vücutta zayıflama ve dengesizlik
görülür.
• Proteinler her canlı türüne özgü olup antijen özellik gösterirler.Yani farklı özelliğe
sahip bir canlıya aktarıldığında antikor oluşumuna sebep olur.

VİTAMİNLER
• Vücut direncini arttırırlar.
• Enzimlerin yapısına katılırlar.
• Düzenleştiricidirler,enerji vermezler,sindirilmezler.
• Bir kısmı besinde bulunduğu şekliyle vitamin özelliğinde değildir.Bunlar vücuda
alındıktan sonra vitamin özelliği kazanır.Bunlara provitamin denir.
• Yağda eriyen vitaminler A,D,E,K
Suda eriyen vitaminler B,C 'dir.
• İnsan vücudunda A,B,D,K sentezlenir.
A  karaciğerde
B,K  bağırsakta bakteriler tarafından
D  deride
• A,D,K karaciğerde depolanır.Diğerlerinin fazlası atılır.
A vitamini  Balık yağı,yumurta sarısı,süt,peynir,karaciğer,yeşil sebzelerde bulunur.
 Büyüme ve gelişmeyi sağlar,vücudu enfeksiyonlara karşı korur,gece körlüğünü önler.
B vitamini  Tahılların kabuklarında,et,süt,karaciğer ve yeşil sebzelerde bulunur.
 Karbonhidrat,yağ ve proteinlerin vücut içinde kullanılmasında katalizör olarak görev yapar.Kansızlığı önler.
C vitamini Yeşil sebze ve meyvelerde bulunur.
 Bağ dokusunun oluşması için gereklidir.Skorbit hastalığını önler.Vücudu enfeksiyonlara karşı korur.
D vitamini  Balık yağı,karaciğer,yumurtada bulunur.Ultraviyole ışınlarının etkisi ile deride üretilir.
 Vücuttaki Ca,P dengesini sağlar.Kemiklerin gelişmesini sağlar.Çocuklarda raşitizmi önler.
E vitamini  Yeşil sebze,karaciğer,et ve bitkisel yağlarda bulunur.
 Üreme organlarının gelişmesini sağlar ve kısırlığı önler.
K vitamini Yeşil sebzeler,karaciğer ve yumurtada bulunur.Bağırsaktaki bakteriler tarafından sentezlenir.
 Eksikliğinde kanın pıhtılaşması gecikir.

 

öğretmenlerimizi hazırladığı ders notları için tıklayınız